Nükleer enerji, temelinde küçük bir kütlenin büyük bir enerjiye denk geldiği kuramının olduğu, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Atom kütlenin enerjiye dönüşümünü ifade eden ve atom bombasının temelini oluşturan, Albert Einstein’a ait olan E = mc2 (E:Enerji, m:kütle, c:Işığın hız sabiti) formülü ile ilişkili olup 1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından kazara (uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile yanyana durması ve karanlıkta yayılan X-Ray ışınlarının farkedilmesi ile) keşfedilmiştir. Bu yazıda nükleer enerjinin teknik boyutuyla ilgilenmeyeceğiz tabiki, bugünlerde Türkiye’de yeniden gündeme gelmesiyle birlikte bu enerjinin stratejik ve beşeri boyutunu konuşacağız. Gerçekten, nükleer enerji, son 20 yıldır Türkiye’de bir ihtiyaçtan dolayı mı yoksa çevre gelişmelerinden dolayı mı gündeme geliyor.
Bilindiği gibi 70’li yıllarda Fransa, Japonya, Kore gibi ülkelerde sanayileşme süreci sonrası fosil kaynakların azalmasıyla birlikte nükleer santraller oluşturulmuş ve birçok alanda nükleer enerjiden faydalanılmıştır(Biz o dönemlerde memleketi sözde adam etmeye çalışıyorduk). Son rakamlara göre dünyada 30 ülkede 450 nükleer santral bulunmaktadır. Dünya elektrik talebinin %16 si nükleer santrallarden temin edilmektedir. Bu konu, Türkiye’de ne zaman gündeme gelse birileri tarafından sabotaj edilmiş veya özellikle medya tarafından dayatılan olumsuz şartlandırmadan dolayı kamuoyu üzerinde olumsuz tepkiye neden olmuştur. Hiç kuşkusuz bu olumsuz tepkide Çernobil’in etkisi büyüktür. İşin ilginç tarafı 5. santralini kuran ve Türkiye’den çok küçük olan Finlandiya’da bu konu bu kadar gündeme gelmiyorken hiç bir santral ve yatırıma sahip olmayan Türkiye’de bu konu ne zaman gündeme gelse sadece olumsuzluk boyutu konuşuluyor ve neden bu ihaleler iptal olmaktadır. Türkiye’nin nükleer enerji konusunda geldiği nokta, sadece yerinin, Mersin-Akkuyu bölgesi için lisans alınmış olmasıdır.
Elektrik üretiminde yararlanılan tüm teknolojiler, kaynağı ne olursa olsun, insan sağlığı ve çevre açısından belli bir risk taşır. Özellikle nükleer enerji gibi yönetimi zor hassas bir teknolojinin riski daha da fazladır. Fakat fosil kökenli kaynakların azaldığı, aşırı tüketilen petrol, kömür ve doğalgaz sıkıntısının başladığı, küresel ısınmanın yayıldığı günümüzde ve en önemlisi enerji yönünde dışa bağımlı olan ülkemizde bu konunun tamamen dosya altı olmaması gerektiğine inanıyorum. Tabiki nükleer enerji için coğrafi konumun(Akkuyu bölgesi) doğru belirlenmesi, sismik risklerin azaltılması, TEAŞ, TAEK ve çevre bakanlığının, sismolojik, jeolojik ve jeofiziksel araştırmalar yaparak kamuoyunu özellikle santralin oluşturulacağı bölgeyi doğru bilinçlendirmesi, yaşanan yüzlerce kazanın nedenlerinin doğru araştırılması, medya ve anti-nükleer grupların daha objektif olup kamuoyu üzerinde endişe, şüphe, korku, panik oluşturmak yerine onları daha doğru bilgilendirmeleri ve en önemlisi büyük bir yatırım gerektirdiği için dış borçlanmanın iyi hesaplanması gerekmektedir. Anti-nükleer enerji gruplarının dile getirdiği beş temel konu; radyasyonun zararları, reaktör güvenliği, risk oranı ve olası kazanın boyutu, çevresel atıklar ve yatırım maliyetidir. Aynı zamanda gelişmiş ülkelerin bu teknolojiden vazgeçtiği de dile getirilmektedir. Bu konuda uzmanlarımıza çok iş düşmektedir, bu maddelerle ilgili şüpheleri ortadan kaldırmaları gerekmektedir. Anti-nükleer grupların ne kadar haklı veya haksız olduğunu bize anlatmaları gerekir.
Ben, kişisel olarak nükleer santral taraftarı değilim hatta kamuoyunun sahip olduğu risk algılamasına ben de sahibim ancak gittikçe daha çok hissettiğimiz enerji sıkıntısı için, gaz depolama kapasitesinin 1 haftayı geçmediği ülkemizde karanlığa gömülme riskini azaltmak için birşeylerin yapılması gerektiği taraftarıyım. Türkiye’de bu santrallere karşı çıkanların Türkiye’nin geçen her yıla oranla %30 enerji alımı yaptığını (bunun da 28 milyar dolarlık tutara ulaştığını) unutmaması gerekir. Bu işin uzmanı olmadığımız için nükleer santralleri “zorunlu ve tek çözüm” olarak sunan akademisyenlerin, teknokratların daha objektif ve sağlıklı bilgilendirmeler yapması, dünyanın artık nükleer enerjiden vazgeçtiğini dile getiren grupların alternatiflerinin değerlendirilmesi ve özellikle çevrecilerin anti-nükleer eylemleri kadar küresel ısınma eylemlerini de yaymaları, savaş karşıtlığını canlı tutmaları gerektiğine inanıyorum. Aslında asıl mesele nükleer enerjinin kendisi değil bu santrallerin, Türkiye gibi teknolojisini üretemeyen, gelişmiş ekonomiye sahip olmayan, tepeden inme işe girişen bir ülkeye uygun olup olmadığıdır çünkü nükleer santral konusunda başarılı olmuş ülkeler de az değil deprem kuşağı üzerinde bulunan Japonya’nın, 50 tane nükleer santralinin çalışıyor olduğu dikkate alınmalıdır. Yani bu iş için donanımlı bilim adamları ve güçlü bir yatırım olduktan sonra riskleri azaltılabilir. Zaten bazı grupların bu işe karşı çıkma sebepleri de dış ülkelerden bize eski nükleer teknolojilerinin verileceği ve ekonomik olarak bu yatırımı karşılayamayacak olmamızdır ve bunun da kaza riskini artıracağıdır. 1999 yılında TURK-SAT’ın fırlatma esnasında başarısız olması da bu birileri tarafından bize eski teknolojilerin satıldığı konusunu gündeme getirmiştir.
Gelecekte uranyum kaynağı da tüketilirse acaba ne tür bir enerji gündeme gelecek merak ediyorum. Sanırım o zaman güneş enerjisi tek çözüm olacak. Belki de bu işlere bu kadar kafa patlatmak yerine köylerimize geri dönmemiz daha iyi bir çözüm olacak İşin acı tarafı enerji devrimi ve alternatifleri üzerinde bu kadar kafa yoranlar insanlığın herşeyi bu kadar kısa sürede tüketiyor olmalarına bir çözüm bulamıyor veya bulmak istemiyorlar.
Konunun diğer yönü de bu işi trend haline gelmesidir. Acaba ülkeler sırf bu trendi yakalamak için mi bu konuyu gündeme getiriyorlar ? Bu trend, Afganistan, Irak savaşıyla birlikte gündeme gelmiş enerji paylaşımıdır. Özellikle Iran’ın nükleer enerji yatırımı ve yarın İran’in bunu atom bombası yapacak düzeyde geliştirecek olması, bu bölgedeki enerji savaşlarını daha da kızıştırmıştır. Belki de sadece İran’in ortadoğu üzerindeki bu gücünü engellemek veya bu tehditi azaltmak için sevgili ABD, Türkiye’nin nükleer santral yatırımına destek vermektedir. İran’ın böyle bir amacı olsa da Türkiye’nin bu konuya tamamen barışçıl amaçlarla yaklaşması hepimizin varlığı, sağlığı açısından önem arzetmektedir.
Bu branşın uzmanlarından biri olmadıkça bu konuda aynı şeyleri farklı şekilde aktarmakdan başka bir tarz yorum yapmak benim için pek mümkün değil aslında.Nükleer Enerji:Basit bir ifadeyle adı üstünde ingilizce nucleus demek olan atom çekirdeğinin hafif elemenlerde fussion(birleşme) ve ağır elementlerde fisson(parçalanma)şeklinde tepkimeleri sonucu açığa çıkan kimyasal bağ
enerjisi demekdir.E=mc2 formülü bize açığa çıkan enerjinin elementin m=mass=kütle sinin büyüklüğü ile doğru orantılı olduğunu gösterir.Dolayısıyla Uranyum ve plütonyum gibi elementlerin bu enerjiyi bakımından neden önemli olduğunun anlaşılması çokda zor değildir.Nükleer Enerji Santrali:Pahalı bir teknolojidir.Çünkü yine basit bir ifadeyle elementleri parçalanma ve birleşme noktasına getirebilmek için aynı oranda enerji harcamak gerekir.Tıpkı insanın yokuş aşağı yada yokuş yukarı çıkarken enerjiye ihtiyacı olduğu gibi.Evet birtakım riskler içerir.Risk:Yaşamak demektir.Yani tembel bir huzurun karşıtıdır.Türkiyede Nükleer Enerji Santrali: Neden olmasın? Teknoloji gelişmek değilmidir.Karşı olunan şey teknolojinin kendisinden ziyade nasıl ve ne amaçlı kullanıldığı ile ilgili.Köyde yaşamak: Sadece bir dekor değişikliğidir.Piknik yapmayı seven birinin havuz başındamı yoksa göl kenarındamı yapmayı tercih etmesi,gerçek zenginliği nasıl idrak ettiğiyle alakalıdır.Bu anlamda kafa köydede patlatılabilir.
Köyde yaşamanın, sadece bir dekor değişikliği olduğu yorumu güzeldi. Haklısınız aynı kafatasını taşıdığımız sürece nereye gittiğimiz nerede nefes alıp verdiğimiz çok ta önemli olmamaktadır.
Merhaba Hocam,
ben Netron’da geçtiğimiz dönemde öğrencinizdim. Sosyal duruşunuzu sanal alemde de koruyor olmanız çok güzel. Bu arada sql örneklerinizin devamını bekliyoruz.
Ben köy tarzı bir yaşama formunu yetinmekden değil aksine yetinememekden dolayı seçtim ahmet bey.Çok çeşitli uluslardan folklorik unsurların harmanlanmış etkisini solumuşsanız evinizde veya komşu evlerde, belli bir anadolu kültür zenginliği içinde büyümüşseniz, istanbul,ankara,izmir vs büyükşehirler sanıldığı gibi size bir beden büyük değil birkaç beden küçük gelirler.Ben işten dönünce yada haftasonunda evimde bir star tv ekranından dünyayı seyretmek yerine toprak bir evin damından gökyüzünün bütün yıldızları benim olsun istedim.Çitlendirilmiş apartman bahçeleri yerine sonsuz ovaları görsün gözlerim.Ve gece.Yastığa başımı koyduğumda müzik marketlerde satılmayan internetten indiremeyeceğiniz şeyler duymak istedim.Bu bağlamda seçimimden dolayı hayal kırıklığına uğramış değilim.Bu beni ne kadar değiştirdi bilmiyorum.
Nükleer enerji ile ilgili son yorumum bence nasıl bir savunma yaparsam yapayım beni kurtarmayacak kadar berbattı:)
türkiyediki nükleer enerjiyi koyun gerisi süper
Ben nükleer çalışmalar yapılmasını desteklemekler birlikte, güneş ve rüzgar enerjisini yatırım yapılmasını çevre ve maliyet açısından daha faydalı buluyorum.Zaten bu doğal yatırımlara hız verildi bildiğim kadarıyle. Nükleer reaktörler her durumda son madde olmalı diye düşünüyorum.Heleki bizim ülkemizde. Cem Yılmaz diyor ya, “Adam elektrondan hızlı kaçıyor” diye.. O hesap yani )
Saygılar.
Türkiye ‘de nükleer enerji kullanılmasının ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan avantaj ve dezavantajlarının posterini yapmam gerekiyor. bana önerisi olan varmı ? nasıl bişey hazırlayabilirim ?
ilaycım bende aynı soruyu araştırıyorum . bulan varsa yazabilir mi?