Bizi soracak olursanız biz çok öfkeliyiz..
Kimsin sen Kim?
Adının içinde yanlışlıkla mertlik geçen kan heykeli adam .
Kimsin sen.
Seni çekiç suyuyla mı beslediler.
Asitli diken kundağında mı büyüdün.
Evinizin penceresi hep merhametsizliğe mi baktı küçükken.
Annen saçlarını çamurla mı yıkadı.
Sınıfta en arka sırada oturup, tahtaya kalaşnikofla mı kalktın..
En sevdiğin hayvan yılan mıydı senin.
Rezil mi olurdun arkadaşlarına bir kuşu öldürmeyince.
Defterin köpeklerle mi kaplıydı.
Seni Rahibe terasalar mı kutsadı.
Okumaya devam et
Kategori arşivi: Günlük Yaşam
“8. Öfkeli Adam” Olabilmek
12 Angry Men / 12 Öfkeli Adam
12 Angry Men, Sidney Lumet tarafından yönetilmiş ve görünürde Henry Fonda’nın başrolde oynadığı 1957 yapımı bir kült filmdir. “18 yaşındaki bir Latin genç, babasının ölümünden sorumlu tutularak mahkemeye çıkartılır. Duruşmayı takip eden 12 jüri üyesi tanıkların da ifadelerine başvurduktan sonra, gencin suçlu olduğuna kanaat getirirler. Karar açıklanacağı zaman 11 üye, onun suçlu olduğunu ve idam edilmesini savunurken Bay Davis, karara karşı çıkar ve herkesi kararlarını yeniden değerlendirmeye davet eder. Çünkü jüri, bu kararı kesin delillere göre değil, kişisel düşüncelerine ve bazı dış etkenlere göre vermiştir.” Okumaya devam et
İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!
“Bildiğim her şeyden sorumlu olmazsam, nasıl hak edebilirim yaşamayı“
Uzun bir aradan sonra Nuri Pakdil ustanın “Klas Duruş”unu yeniden okudum. O günden bu yana durduğum ve durmam gereken yeri, iktidarsız edilmek istenen zihnimi ne kadar koruyabildiğimi, şuanda kıymetini bildiklerimin doğruluğunu, sesimi-sözümü-dilimi-kelimelerimi sorguladım. Çok da olumlu sonuçlar elde ettiğimi söyleyemem. Burada kendimi dillendirmekten ziyade Nuri Pakdil hakkında bir iki cümle yazmak istedim. Okumaya devam et
Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna
“Kürk Mantolu Madonna” kitabı, edebiyat tarihimizde önemli yeri olan hayatı hüzünle yoğrulmuş Sabahattin Ali’nin 1943 yılında yazdığı “bir hüzünlü aşk öyküsü”dür. Romanın baş karakterleri Maria Puder ve Raif Efendi’dir. Öykü yalnızca bir aşk öyküsü olmaktan öte, hayatın gerçekçiliğini dile getiren, aşkın olanaksızlığını sorgulayan, insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran, okuyucuyu çoğu yerde Raif’le aynı duygulara boğan bir psikoloji kitabıdır. “Aşk dağıldıkça azalan birşey değildir.” ifadesiyle günümüzde aşk dahil her şeye rakamlarla yaklaşan ve onlara biçtiği kısıtlı ömür geldiği zaman hayatından hemen çıkaran modern insana kaybettiği şeyleri hatırlamasını ve kaybetme karşısındaki duyarsızlığını adeta yüzüne çarpmaktadır. Okumaya devam et
Kaplumbağalar da Uçar (Turtles Can Fly)
Uzun zamandır aradığım filmi izleme imkanım oldu. ‘Kaplumbağalar da Uçar’, ‘Sarhoş Atlar Zamanı’nın Iran’lı yönetmeni Bahman Ghobadi‘den, ‘mayın tarlalarında büyüyen çocuklar’ üzerine etkileyici bir film. Orjinal adı “Lakposhtha hâm parvaz mikonand” olan bu film, Saddam sonrası Irak’ta çekilen ilk film olma özelliğini taşımaktadır. Filmde, Bush ve Saddam’ın şahsında büyüklerin kurguladığı(çirkinleştirdiği) dünyada Irak halkının şahsında çocukların nasıl bir yaşam savaşı verdikleri anlatılmaktadır. |
Türkiye’de Nükleer Enerji ?
Nükleer enerji, temelinde küçük bir kütlenin büyük bir enerjiye denk geldiği kuramının olduğu, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Atom kütlenin enerjiye dönüşümünü ifade eden ve atom bombasının temelini oluşturan, Albert Einstein’a ait olan E = mc2 (E:Enerji, m:kütle, c:Işığın hız sabiti) formülü ile ilişkili olup 1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından kazara (uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile yanyana durması ve karanlıkta yayılan X-Ray ışınlarının farkedilmesi ile) keşfedilmiştir. Bu yazıda nükleer enerjinin teknik boyutuyla ilgilenmeyeceğiz tabiki, bugünlerde Türkiye’de yeniden gündeme gelmesiyle birlikte bu enerjinin stratejik ve beşeri boyutunu konuşacağız. Gerçekten, nükleer enerji, son 20 yıldır Türkiye’de bir ihtiyaçtan dolayı mı yoksa çevre gelişmelerinden dolayı mı gündeme geliyor. Okumaya devam et
Çok mu klasik oldu ? Cranberries-Zombie
Tanklarıyla, bombalarıyla ve silahlarıyla kafalarının, kafalarımızın içinde savaşıyorlar.
Bir anne daha parçalanıyor.
Bir kafa daha asıldı düşükçe
Çocuk yavaşça aldı.
Ve şiddet büyük bir sessizliğe sebep oldu
Kimde hatalıydık ?
Bunun ardından Dolores’ten Animal Instinct’i veya When You’re Gone’ı da dinlemek ruha iyi gelebilir.
Son Umut – Children Of Men
Dikkat Tükeniyoruz !
y tu mama tambien filmiyle dikkatleri üzerine çeken Meksika’lı genç yönetmen Alfonso Cuarón imzalı Julianne Moore, Clive Owen, Michael Caine gibi tecrübeli oyuncuların rol aldığı “Children of Men” filmi, apocalyptic temalı, arşive alınacak cinsten bir film.
Yıl 2027, doğan son bebeğin üstünden 18 yıl geçmişti. Yaşadığı hayat yüzünden hayal kırıklığı içinde olan Theo (Clive Owen) eski sevgilisinden (Julianne Moore) gelen teklif üzerine oldukça şaşırır; genç ve hamile bir kadını korumak için şehir dışına kadar eşlik etmek zorundadır. Zamana karşı bu korkutucu yarışta Theo, bütün dünyanın uzun zamandır beklediği bu mucizeyi yerine ulaştırmak için bütün riskleri alacaktır. Okumaya devam et
Yazılım Savaşları
mshiltonj.com adresinde Free and Open Source Software (FOSS) olarak isimlendirilen bağımsız ve açık kaynak kodlu yazılım ile Microsoft arasındaki bitmez savaşın ve Microsoft’un yayılma haritası çok güzel çizilmiş.
İlk defa 1998’de Netscape ile başlayan bu süreci dönemlerine göre haritalandırmışlar.
Sevginin bittiği yer
Savaşların hiç eksik olmadığı, terörün sadece politik ve ekonomik boyutunun düşünüldüğü sosyal ve insani boyutunun gözardı edildiği, sevginin bittiği nefretin başladığı, “insan”ın sadece maddeyi üretim ve tüketimiyle tanımlandığı, rakamlarla konuşulduğu ve sonuçta eşyalaştığı, duyarsız bir bilince ve hızlı bir hafıza kaybına uğradığı, bilgi ve entellektüel sermayenin popüler kültürle şekillenip büyüdüğü(!), duygusallığın-ihtiyaç duymanın-anlaşılmanın eksiklik olarak nitelendirildiği, kişinin toplumsal, sosyal yeteneklerini kaybedip bireysel bir kısırdöngüye girdiği bu nikel kaplamalı dünyamızda bizi iç dünyamıza yönlendiren sadece organik olmadığımızı bize hissettiren bunun ötesinde büyük bir varlığı temsil ettiğimizi bize hatırlatan değerlerimizi korumamız gerektiğini unutmamak gerektiğini ve bunun da yolunun insanın, dış yığından kurtulup iç dünyasına doğru yolculuk yapmasından geçtiğini düşünüyorum.
Buna bir nebze de olsa yardımcı olacak bir parçayı paylaşmak istiyorum; usta neyzen Ömer Faruk Tekbilek‘ten “I love you” parçası.
Bonus olarak Cafe Anatolia albümünü öneriyorum