Dikkat Tükeniyoruz !
y tu mama tambien filmiyle dikkatleri üzerine çeken Meksika’lı genç yönetmen Alfonso Cuarón imzalı Julianne Moore, Clive Owen, Michael Caine gibi tecrübeli oyuncuların rol aldığı “Children of Men” filmi, apocalyptic temalı, arşive alınacak cinsten bir film.
![](https://www.ahmetkaymaz.com/wp-content/uploads/Children_Of_Men_2.jpg)
Yıl 2027, doğan son bebeğin üstünden 18 yıl geçmişti. Yaşadığı hayat yüzünden hayal kırıklığı içinde olan Theo (Clive Owen) eski sevgilisinden (Julianne Moore) gelen teklif üzerine oldukça şaşırır; genç ve hamile bir kadını korumak için şehir dışına kadar eşlik etmek zorundadır. Zamana karşı bu korkutucu yarışta Theo, bütün dünyanın uzun zamandır beklediği bu mucizeyi yerine ulaştırmak için bütün riskleri alacaktır.
Yarınlarımızın sorgulandığı bu filmde 2027’da insanlık, üreyememe gibi bir çöküş ile karşı karşıyla kalmış ve dünyada anarşi, kaos hakim olmuştur. Bu durum birçok insan için sıradan olsa da bazı ülke ve insanlar için insanlığın sonu olarak görülür. Bu hiçliğin içinde hamile bir göçmenin varlığı sözkonusudur. Bu göçmenin, eski dava arkadaşı Julian’nın isteğiyle Theodore tarafından koruma altına alınmasıyla insan nesline vurgu yapılmaktadır.
Filmde insan neslinin neden tükenmeye doğru gittiği üzerinde durmaktan ziyade(ki nedenlerini hepimiz biliyoruz) bu tükenişin dünya üzerindeki kargaşayla ilişkilendirilebileceği anlatılmaktadır, en azından ben o şekilde yorumladım.
Sinematografik olarak çok mükemmel olmasa da(ki öyle bir beklentim yoktu) yönetmen ve oyuncuların iyi bir performans sergileyediğini söyleyebiliriz ayrıca yıl 2027 diye bir uzay platformu oluşturulmamış olması, Londra’nın bir uzay kenti olarak sunulmuyor olması, kameranin yakın çekimler yapmış olması filmin gerçekçi argümanları amaçladığını gösterir. Bazılarımıza göre sadece ilginç bir konu işlemesi veya kötümser bir tablo çizmesi veya bol ışıklı kentin, uçan arabaların olmayışıyla geleceği yansıtmaması olarak yorumlanabilir ama ortada bir gerçek var insanlık hem fiziksel olarak ölüme gidiyor hem de niteliksel olarak yok oluyor. Hepimizin birşeyler yapması gerekir. Bu film, bunu mesaj için sadece bir araç olarak değerlendirilebilir. Günümüzde Hintli şair Tagore‘nin “Her yeni doğan çocuk, Tanrı’nın bu dünyadan umudunu kesmediğini gösterir” dediği gibi kendimizi şanslı hissediyor olabiliriz ama ya yarın ? Bu sorunun yanıtını sanırım bizim iyiliğimizi isteyen(!), bizi korumaya çalışan(!) büyük abılerden değil kendimizden beklemeliyiz.
![](https://www.ahmetkaymaz.com/wp-content/uploads/Children_Of_Men_1.jpg)
No children. No future. No hope
Merhaba,
Sayfanızı yorgun bir gün gecesi geç bir saatte ziyaret ettim,son yazdıklarınızı okudum ve ardından uykuya dalmışım.Bu yüzden sabaha dek doğum mevzusu ile uğraştım ve kendi çocuğumu doğurmayı deneyimledim:)Benim hayatta cevabını şimdi dahada fazla merak ettiğim sorulardan biri şu sanırım.Doğuran iki anne doğumun sonlandığı saniye itibarıyla aynı şeylerimi hisseder? Bilmiyorum ama tamamen gerçek tecrübe ile bakide olsa bu mucizenin bendeki rüyasal etkilerini bile düşündüğümde bir insanın bebeğini apartman boşluğuna,tuvalete yada çöp tenekesine atmasını aklım almıyor.Bu, insanın bildiği herşeyi yeniden öğrenmesi.Ve bunun için zihni akla takla eden hayatın sürprizine karşı bir aptallaşma hali sanki,ciğerlerine ilk kez nefesin doluşu ve insanın özgürleşmesi.Öyleki doğan ile doğuran diye bir ikilikden ziyade herdefasında yeniden doğan aslında doğurandı gibi tek özneli bir haldi.Öyle geldi bana.Birgün gerçekten yaşarsam çok sancılı olma(ma)sını ve felsefe yapan bu halime lanet etme(me)yi umut ediyorum.Children of Men adlı filmi çok istememe rağmen seyredemedim.Başarılar.
“Doğuran iki anne doğumun sonlandığı saniye itibarıyla aynı şeyleri mi hisseder?” Bu sorunun cevabını ancak bir örnekleme sonucu öğrenebiliriz. Fakat olaya “annelik” denen idealliğin boyutuyla baktığımızda hepsinin aynı heyecanı aynı güzelliği hissedeceğini düşünüyorum. Doğumda ve daha sonra fiziksel acı çekse de bunun yavrusuna değdiğini düşünür. Annelik, merhamet, şefkat demektir, koruma güdüsünün oluşması demektir, fedakârlık demektir, hiçbirşeyle ölçülmeyecek, nitelendirilmeyecek bir duygudur, önüne başka bir sıfat almasına gerek kalmayan tek sözcüktür. Bu yüzden anneler toplumlar tarafından kutsanır ve korunma altına alınır. Anne adayının gebelik ve doğum sürecinde kendisine “annelik” duygusunun aşılandığını hatta buna paralel olarak baba tarafına da “baba” duygusunun aşılandığını ve her üç bireyin de kendi görevlerine yavaş yavaş hazırlatıldığı kanısındayım.
) Böyle bir süreci yaşadığı halde sizin ifade ettiğiniz gibi kendisine veya kendisine emanet edilen canlıya zarar veren kişi evet fiziksel, bedensel anlamda “anne” olmuş olabilir ama burada bahsetmeye çalıştığım kutsaliyetin, duygunun kendisine verimediği bir “anne”(!) olmuştur. Duygu ve kutsallığın olmadığı bir bedenden ancak bir cani çıkar dememiz çok mu acımasız bir sonuç olur ?
“Annelik” bir meslek değil bir varlığın oluşumunu temsil eden bir süreçtir. Aslında anne, dünyaya bir canlı getirerek bebeğiyle birlikte bir melekleşme boyutu yaşar ve bu boyutun temelleri de, beden-ruh(zihin değil) bağlantısıyla atılır. Nitekim modern bilimin de ispatladığı gibi bebeğin daha doğmadan anneyle iletişim kurması, annenin psikolojisinden etkilenmesi, hiçbirşey unutmuyor olması, bu boyutun bir yansımasıdır.
(Filmden yola çıkarak bu konuyu konuşuyor olmamız da ilginç oldu
Son Umut’u birkaç gün önce izledim ve gerçekten çok beğendim.Büyük Umutlar’ı izledikten sonra bir dahaki filmlerini merakla beklediğim Alfonso Cuaron ile Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda karşılaştım.Chris Columbus’un ilk iki Harry Potter filmini yönetmesinden sonra Alfonso Cuaron bence seriye daha olgun,yakışıklı bir hava katmıştı ve serinin şu ana kadar en iyi filmine imza atmıştı.Son Umut’ta ise Büyük Umutlar’da da yaptığı gibi kimi uzun sahneleri tek planda çekmiş.Bu tür sahneler benim çok hoşuma gidiyor ve filme daha gerçekçi bir hava katıyor.Böyle karamsar bir gelecek portresi çizen filmin içine Michael Caine sayesinde komedi unsurları katıyor ve gülümsememizi sağlıyor.Görüntüleriyle,oyunculuklarıyla,yönetimiyle kısacası herşeyiyle SON zamanlarda izlediğim en iyi filmdi ve Alfonso Cuaron’un sinema geleceğine UMUT’la bakıyorum.
Batmakta olan transatlantikte kapana kısılmış çaresiz yolcular,dev dalgalarla yaşamı yutan tsunamiler,intikam amacı ile dünyayı yağmalayan, durdurulamayan bir uzaylı yaşam formu şeklinde izlemeye alıştığımız fantastik ögeler ve doğal phenomenler üzerine kurulu, geniş bütçeli, klasik Amerikan felaket senaryolarından manevi unsurlara daha fazla yer vermesi bakımından farklı,dolayısıyla güzel ve orijinal bir filmdi.
Global arenadaki konumu ve payına düşenler itibarıyla mutsuz ve bu mutsuzluğunu her fırsatta ahlaki çöküntüye bağlamakla teselli bulan kaderci ama aynı zamanda Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması adlı kitabında vurguladığı gibi batıyı ürkütecek ve endişeye salacak oranda çok hızlı üreyen müslüman ülkelerin hassasiyetlerine göndermeleri ile ilginç ve düşündürücü filmdi demem çokmu paranoyak bir yaklaşım olur bilemiyorum.
Duyguyu iyi vermesi yani çocuksuz bir dünyanın ne kadar karanlık,soğuk,ruhsuz ve çirkin olduğunu hissettirmesi ve üremeye motive etmesi bakımından çok ama çok başarılıydı,bu açıdan Alfonso Cuaron’u tebrik etmek gerekli fakat benim kişisel beklentim hernekadar adı üstünde kaos ve anarjide olsa bu tema biraz daha temellendirilebilirdi ve ayrıca insan projeside biraz daha açılsaydı zihnimde askıda kalmaktan kurtulabilirdi diye düşünüyorum.Gerçi bu yönetmenden çok senaryo yazarının bir eksisi olabilir yada Ahmet bey’inde söylediği gibi sinematografiden ziyade bütün olarak bakılabildiğinde ihmal edilebilecek kadar önemsiz bir ayrıntı olarak yorumlanabilir.
Özetle sade,abartısız, keşke hemen bitmeseydi dedirtecek kadar ilgi ve heyecan uyandıran herkeze önerilebilecek güzel bir filmdi.
Paylaştığınız için ellerinize sağlık.
-umarım zihin kelimesini ben doğru yerde kullanmışımdır:))
Zihin ile beden, çoğu zaman birbirinden bağımsız düşünülmeyip birbirini tamamlayan olgular olarak tanımlanır. Ruh ise, bu iki olgudan oluşan varlığı temsil eder. Bu yalın tanıma göre sadece ruh veya beden-zihin demem daha doğru olacaktı. Çünkü bana göre ruh’un bize yansıması zihindir. Bu nedenle zihnimiz, muhakememiz ne kadar temiz ne kadar saydamsa ruhumuz da o kadar huzurlu hatta bedenimiz de o kadar mutlu olur diyebiliriz. Fakat günümüzde sadece sağduyu olarak tanımlanan “zihin” sözcüğü, eşyalaştırılmaya, “beden”e indirgenmeye çalışıldığı için bu sözcüğü doğru kullanmaya çalıştım.
Günümüzde etrafımız, Internet, görsel yazılı medya, iletişim araçları, enformatik değişkenlerle kuşatılmışken ruhumuz ne kadar berrak olur bilemiyorum. Bunlar, zihnimizi bulandırarak orada ciddi bir yığıntıya neden olmaktadır. Nabi Avcı’nın Enformatik Cehalet isimli kitabından ifade ettiği gibi iletişim devrimi adı altında bize karşı yapılan propagandalar, ruhumuza tedavi edilemeyecek tiryakilikler sunmaktadır.