Savaşların hiç eksik olmadığı, terörün sadece politik ve ekonomik boyutunun düşünüldüğü sosyal ve insani boyutunun gözardı edildiği, sevginin bittiği nefretin başladığı, “insan”ın sadece maddeyi üretim ve tüketimiyle tanımlandığı, rakamlarla konuşulduğu ve sonuçta eşyalaştığı, duyarsız bir bilince ve hızlı bir hafıza kaybına uğradığı, bilgi ve entellektüel sermayenin popüler kültürle şekillenip büyüdüğü(!), duygusallığın-ihtiyaç duymanın-anlaşılmanın eksiklik olarak nitelendirildiği, kişinin toplumsal, sosyal yeteneklerini kaybedip bireysel bir kısırdöngüye girdiği bu nikel kaplamalı dünyamızda bizi iç dünyamıza yönlendiren sadece organik olmadığımızı bize hissettiren bunun ötesinde büyük bir varlığı temsil ettiğimizi bize hatırlatan değerlerimizi korumamız gerektiğini unutmamak gerektiğini ve bunun da yolunun insanın, dış yığından kurtulup iç dünyasına doğru yolculuk yapmasından geçtiğini düşünüyorum.
Buna bir nebze de olsa yardımcı olacak bir parçayı paylaşmak istiyorum; usta neyzen Ömer Faruk Tekbilek‘ten “I love you” parçası.
Bonus olarak Cafe Anatolia albümünü öneriyorum
Paylaştığınız parça için teşekkür ederiz. Kafeste tutulan vahşi ruhlar için bir dua gibi sanki.
Bir bilgisayarcının toplumsal duyarlılık projelerine zaman ayırabildiğine hayatta inanamam.
Bırakın sosyal anlamda ailelerine ilgi göstermeyi,kendi kişisel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak kadar perişandır onlar.Zaafiyetten ölmesine müsaade edemeyeceğiniz kadar sevdiğiniz bir bilgisayarcı ile yaşıyorsanız,atsan atılır satsan satılır biri değilse o sizin için (evlat, kardeş gibi), ekranın konuşlandığı masayı erzak deposu olarak ayarlayıp evden mümkün olduğunca uzağa gitmelisiniz,aksi takdirde gününüzü çorbayı ısıt soğusun,ısıt soğusun tarzında yazık bir döngü ile geçirmekle kalmaz,kendinizi beyni sulanmış birinden işittiğiniz abuk cümleleri anlamlı kılacağım diye abdal olmuş bulursunuz.Nitekim günlük diye başlık
atılmış,haftalık, yok haftalık değil aylık olmuş,yok o da değil.zaman kavramı üzerine çok özgür bir yaklaşım olmalı:) Eh bunada şükür.Sağlıcakla kalın.
“Bilgisayarcı” derken kastettiğiniz profilin nasıl olduğunu bilemiyorum. Benim aklıma iki tip kişilik geliyor. Birincisi, bilgisayar ürünleriyle ilgili teknolojik gelişmelere yakınlığından dolayı yaşadığı semtte veya bu tür profillerin toplandığı pasajlarda bilgisayar parçaları, modem, receiver, oyun-film cdsi satmak amacıyla bir dükkan açmış kişiler ki bunlar daha önce birçok iş yapmıştır ama başarısız olma ihtimalleri yüksek olmuştur buna rağmen birçok masanın tozunu almış olmaları ve sahip oldukları geleneksel tüccar mantıkları onlara özgüven kazandırır veya teknik liselerden mezun olup elektronik-bilgisayar karışımı bilgilerini hayatta paraya çevirmeye çalışırlar. Teknolojik aktüelleğini korumak amacıyla genellikle Chip gibi dergileri okur ve bilgileri de araklama yöntemiyle zenginleşir. Bu profil, değerlerini en içten ve en olması gerektiği gibi yansıtır. İkinci profil ise genellikle akademik bir geçmişe sahip, bilgisayar bilimleriyle ilgili bir bölümden mezun, birinci gruptan farklı olarak olayların mantığını, mimarisini bildiklerine inanan, toplum derken akıllarına “e-toplum”un geldiği, sanal ortamda kendilerini çok güçlü kişilikte gören, kulağında mp3 playeri olan, güzel bir Java kodu yazdığında kaslarının geliştiğine veya SAP uzmanı olmanın aynı zamanda yaşam uzmanlığını da sağladığına inanan geliştirici güruhtan oluşur. Bu profildeki kişilerin aşkları, hüzünleri, mutlulukları, paylaşımları, kavgaları Windows ekranlarıyla sınırlıdır. Özellikle Internet gibi düzenin, sınırın olmadığı bir alemde olmaları onlar için veriyi basitleştirir oysa bilginin tadını, bilgenin sorumluluğunu bilmezler. Ayrıca dünyadaki birçok şeyi, beyin fosforlarıyla halledebileceklerine inanırlar.
Yorumunuzda kullandığınız ikinci kavram ise “toplumsal duyarlılık”. Bu kavram da bana iki tanımı hatırlatıyor. Birincisi, özellikle büyük bir kapital güce sahip firmaların, sırf canavar, tüketici boyutlarını kapatmak, toplumun faydasına çalışıyormuş havasını vermek amacıyla özellikle spor faaliyetlerine katılması veya onlara sponsor olması ki temelinde firmanın PR çalışmaları amaçlandığı için bunu çok samimi bulmuyorum (onlar genellikle sosyal sorumluluk olarak nitelendirirler). Veya bireylerin sırf gönül rahatlatmak amacıyla katıldıkları, takip ettikleri, sosyal ve kültürel anlamda toplumdan uzak kalmadıklarını göstermek amacıyla içinde bulundukları projelerdir ki bu bireyler genellikle plazada çalışıp departmanındaki arkadaşlarına model olmuştur. Bu birinci tanıma uygun faaliyetlerde dünyadaki siyasi dengeler, kavgalar, savaşlar çok önemsenmez ve “iyilik yapma” daha çok doğa, tabiatla ilgili ve sınırlıdır. Kavgalar, bizim bulunmadığımız, bizden çok uzaktaki bir adada yapılıyormuş gibi düşünülür. İkinci tanım ise daha çok bireylerin aktif rol oynadığı ve bireyin toplumun bir parçası olduğu, toplumu geliştirme, yönlendirme konusunda baş oyuncu olduğu düşüncesine dayalıdır. Şimdilik kendisine dokunmayan yılanla daha sonra karşılaşma ihtimalinin her zaman var olduğuna inanır. Bu arkadaşlar nerede olursa olsun hem Tema vakfının ağaç kampanyasına katılır hem de Sudan-Darfur’da ki insanlı ayıbı için birşeyler yapmaya çalışır.
Daha fazla bilgisiyarcıları kızdırmadan olaya bir de pozitif bakmaya çalışalım. Her iki kavramın bende çağrıştırdığı ikişer tanımlarını genellemek, olayı matematikleştireceği için pek doğru olmayacaktır sadece mantıklı bir önerme olmuş olacaktır. Yani bu tanımlara uymayan profillere de denk gelmek mümkündür. Yani bunların dışında güzel insanlar da olabiliyor. Fakat burada toplumsal veya bireysel hiç farketmez, “sorumluluk” kavramından bahsediyoruz. Dolayısıyla kaybettiğimiz değerlerin başında gelen bu “sorumluluk” bilincinde herhangi bir mesleğin etkili olduğunu düşünmüyorum. Yani şunu sormalıyız, günümüz insanı olarak topluma, dünyaya ne kadar sorumluyuz. Sadece kendi başımızın çaresine mi bakıyoruz yoksa dünyada ezilen haklarının başına da sahip çıkıyor muyuz.
Bu tanımlardan sonra hangi profilin hangi toplumsal duyarlılığa sahip olduğunu söylemek tamamen sizlere bağlı bir durum. Ama şunu söylemeden duramayacağım; “bilgisayarcı” derken herkesin aklında canlanan tip, gerçekten de dediğiniz gibi dünyadan kopuk, hayatı 1 ve 0’a endeksli, konuşmayan, paylaşmayan, ciddi bir enformasyon yığını taşıyan, dünya halklarıyla ilgilenmeyen, makinenin bir parçası olan, “nasılsın” sorusuna biran önce senden kurtulmak için sadece “iyiyim” diyen kişilerdir. Hatta bu kişileri topluma kazandırmak için bazı okullarda “toplumsal duyarlılık” adı altında eğitimler verilmektedir. Ve bilgisayar mühendisi olarak etrafımda ne yazık ki bu tür çok insan var. Yani size hak veriyorum Son olarak ben, bütün bunların neresindeyim bilemiyorum. Sanırım zaman ve mekan kavramını aşmaya çalışan biriyim.
Kafama takılanı sormak zorundayım.Kişisel bir nedenden dolayı sizden faydalanmak istiyorum ve bu bağlamda çok tatmin olmadım aslında.Daha samimi söylemlere ihtiyacım var.Bilgisayar mühendisliği gençlerce çok özenilen, fakat işin içine girildiğinde fevkalade sıkıcı, ömür törpüsü diye ifade edilen bir meslek dalı şeklinde yorumlar var.İnternette okuduğum bazı makalelerde de mensupları şöyle diyor.”Herkes bilgisayar mühendisi olmak isterken bilgisayar mühendisleri sosyal anlamda insanlarla iç içe meslek dallarına gıpta ederler.” Hatta bunların içinde köylerine dönüp domates yetiştirmek istediklerinden dem vuranlar var.Şimdi size dönersek anladığım kadarıyla sorumluk duygusu gelişkin,sohbet etmek,pragmatik yada değil hertür iletişim kurmaktan keyif alan biri gibi kafamda canlanan siz ilgi ve yeteneklerinizle gerçekten işinizden memnunmusunuz ve aynı zamanda bu oluşun sizi gerçekten yansıttığına inanıyormusunuz.Yoksa bunun kısa ömrünüzden en sevdiğiniz şeyleri aslında sizi çaldığınımı düşünüyorsunuz.Çünkü yapılan iş hem bireysel hemde toplumsal bir oluş biçimidir.Ağaç dikmek süperegoları ilkel benliğini gölgelemiş bir insanı mağnen ne derece müsterih kılar? Gerçek bir şeylerden feda etmeden mutlu olunurmu gerçekten? Birde şu var “havayı temizledik ama ruhları kirlettik” başlıklı bölümde paylaştıklarınızı hangi habitatdan seslendirdiniz.Bir okur olarak bunu nasihatmı yoksa isyan olarak mı algılamalıyız.
Nasihat ise sigara içen birinin sigarayı bırakın cümlesi içtenliklimidir yada isyan ise neden hala içer insan? Şimdilik bu kadar:) Sağlıcakla kalın.
“Bilgisayar Mühendisi, otomatamıdır” sorusu özellikle bu bölümden mezun olmuş ve taşıdığı kütleye sığamayan veya sığmak istemeyenler için hep sorgulanmıştır. Birçok soru gibi bu sorunun cevabı da görecelidir fakat bundan önce sorulması gereken başka bir soru var. Asosyallik sorusu, neden diğer meslek veya mühendislik türleriyle ilişkilendirilmiyor da Bilg. Müh. ile ilişkilendiriliyor. Çünkü bu mesleğin merkezinde ismi “bilgisayar” olan ve programlanma yeteneklerine göre kişinin birçok ihtiyacını karşılayan böylece kişiyi kendi kabuğuna gömen bir makine bulunmaktadır. Bu makine kişinin iş görme tarzını, yaşam biçimini formatlıyor. Aslında asosyal bir durumdan bahsediyorsak bunu kişinin yalnızca fıtratıyla, büyüme tarzıyla değil üzerinde yoğunlaştığı işiyle değerlendirmek gerekir. Çünkü ne yazıkki kapital dünyada mesleğin, kişinin karakterini de şekillendirdiğini düşünüyorum. Meslek dediğimiz şey kişinin belli bir yaştan sonra sahip olduğu görev, sorumluluk değil doğrudan hayatının kendisi olarak algılanmaktadır. Temelinde analitik düşüncenin yattığı söylenen Bilgisayar Mühendisliği de kişinin karakterini çözümleyici, kolaylaştırıcı niteliğinde değiştirmektedir. Geometrik, matematiksel bilgilerle işleri çözmeye çalışan bu meslek, kişiye koşullandırma, şartlandırma, döngüleme, ihtimal çözümleme yöntemleriyle sınırlı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Fakat bu kazanımın en acı tarafı bu dairenin içerisinde sadece programcı ve makinenin bulunmasıdır. Programcı, insanlarla doğrudan muhatap olmak yerine geliştirdiği programlar üzerinden onlarla iletişim kurar. Onları, programlarını kullanma yeteneklerine göre değerlendirir, sınıflandırır.
Evet haklısınız, bu meslekteki insanlar asosyal, içine kapanık kişilerdir. Yazdığınızı şöyle değiştirmemiz daha doğru olacaktır; bu meslek dalı, bireyin makineyle olan ilişkisinde herhangi bir sıkıcılığa neden olmuyor, yani bilgisayarcıların geneli bilgisayarla uğraşmaktan, onunla vakit geçirmekten mutludur asıl sıkıcılık dış insanların bu meslekteki insanlarla muhatap olmasında ortaya çıkıyor. Fakat onlarla konuşulduğundan kendilerini sosyal olduklarını savunduklarına şahit oluruz. Çünkü sosyalleşmek, paylaşmak, birlikte havasız bir ortamda network üzerinde oyun oynamaktır veya birlikte çiğköfte partisi düzenlemekle sınırlıdır veya her toplandığında sadece bilgisayar merkezli muhabetlerin yapılmasıdır veya CD, DVD paylaşmalarıdır. Yani onlar e-sosyal insanlar sadece.
İşin ilginç yanı bu meslekte hep asosyal insanların daha başarılı olduğuna inanılır yani en iyi yazılımcılar hep asosyal insanlardır. Ben yine de bu önermenin doğru olduğuna inanmıyorum. Sosyalliğin tanımını netleştirmemekle birlikte bir bilgisayar mühendisinin daha doğrusu bir insanın, sosyal olabilmesi için dünyayı dert etmesi lazım, rahatlığın ona batması lazım, rahatsız olması lazım, kabullenmemesi lazım diye düşünüyorum.
Ben, yanlış bir yönlendirme sonucu bu meslek dalına dahil oldum. Ve şu anda da ekmeğimimi buradan kazanıyorum. Bu mesleği sevmemem bu mesleğin gerektirdiği işleri yapmamam anlamına gelmediği gibi şu anda evimi bununla geçindirdiğim için tüm hayatımı bu işe adayacağım anlamına gelmemektedir. Zaten iyi bir bilg. müh. te değilim. Ama “o anda ne yapılıyorsa en iyi şekilde yapılmalıdır” anlayışından dolayı bu işin hakkını vermeye çalışıyorum. Ve en kısa zamanda Anadolu’ya geri dönüp daha basit bir hayat sürdürmeyi hayal ediyorum. Belki de havayı temizleyemiyorum aksine kirletiyorum ama ruhumu temiz tutmaya çalışıyorum.
Evet, bu meslek şu anda popüler ama herşeyin hızlıca tüketildiği günümüzce bu mesleğin de yavaş yavaş demode olduğuna şahit oluyorum.
Umarım bu açıklamalarla kişisel nedenden dolayı sorduğunuz sorularınızı yanıtlamışımdır.
Teşekkür ederim.
10 numara dialoglar. Tebrikler Ahmet bey çok keyifliydi.
Bu dialogdan çok keyif aldığımı ve çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.Bir Bilgisayar Mühendisi’nin nasıl olması gerektiğini gösteren en büyük örnek bu dialog olduğunu düşünüyorum.Bu yüzden Ahmet bey, size çok teşekkür ederim.İyi çalışmalar.